kocaman bir boşluk, savrulup duruyor yüreğim. kaç başlangıca, kaç elvedaya ev sahipliği yaptım kim bilir. Hiç birini uğurlamadım. Bilmezdim kovulmadan çıkmayı, bilmezdim her sevginin zamanla bittiğini ve bilmezdim her kallbe uygun değildi sevdam. Bazen bir beden büyük gelirdi sevgim; karşımdaki seneye kaldırırdı beni. Onu bile beklerdim ya, safım biraz galiba. Gidemediklerim çürüttü beni. Turşumu mu kuracaklar, ne diye gitmedim, anlamıyorum.
Sırf gidemediklerime yakın olsun diye bir baraka yaptım, içerde bir iskembe üzerinde gençliğim. Barakama yaz mevsimiyle gelenler zemheride bıraktı beni; gidemedim.
Şimdi bir hastanede, tek pencereli bir oda; bir yatak, bir yorgan bir de manzaram var. On beş gündür hapsolduğum odadan çıkıyorum bugün.
Odanın içindeki banyoya adımladım, ışığı açtım, kapıyı ittirdiğimde çıkan gıcırtıyla yüzümü ekşitsem de son kez bu lanet sesi duymamın verdiği zaferle boş verdim. Aydınlık banyoda tam karşımdaki aynaya öylece baktım.
Yüzümdeki çizgiler, yılların eseriydi; bazısı hayretlerimin, bazısı pişmanlıklarımın, bazısı kızgınlıklarımın, dudak kenarımdakiler ise gülüşlerimin hediyesiydi.
Ben güneşli havalarda gözlerimi çok kısardım, kahkahalarım gözlerimden okunurdu. hepsi çizilmiş yüzüme. Bir tablo gibi, ressamı bendim. Peki
Saçımdaki aklar artık boyayacak rengimin kalmadığını mı söylüyor bana? yoksa aklardan açacak bir kardelen mi bekliyor naçiz vücudum?
Neşeli genç kızlığım beliriyor bir anda aynada, saçları uzun, kahverengi. Yüzünde hiç satır yok; daha yazılacak çok cümlesi, söyleyecek çok kelimesi, geçireceği çok güneşli günleri var. Gülümsüyorum ona, ne güzel; daha yeni açıyor bir çiçek gibi.
“Hadi ama, sen değil miydin herkes kendi zamanına göre yaşar diyen? Niçin şimdi bu denli üzgünsün? tıkılıp kaldın bu odada. Bak pencereden deniz gözüküyor, harika bir kumsal var. Güneşin gözlerini kamaştırmasını severdin sen.” diyor.
Güneşin gözlerimi kamaştırmasını severdim ya, erken kırışmayayım diye gözlerimi kısarak bakamayacağımdan uzun zamandır hiç bakmadım güneşe.
Haklıydı, banyodan çıktım, üstümde hastane kıyafetleri vardı, “ne olacak en kötü deli derler.” diyerek çıktım odadan. İçimde tarifsiz bir yaşam heyecanı, deniz havası alacağımın mutluluğu vardı. Hastaneden çıktığımda koskocaman bir deniz karşıladı beni. Dudaklarımda gülüşümle kızgın kumlara bastım. O an farkettim ayaklarım çıplaktı.
kumlara bata çıka denize yaklaştım; ılık bir yaz sabahı esintisi, beyaz saçlarımla dans etti. Yavaşça oturdum, karşımda deniz, saçlarımda rüzgar, ellerimde kum ve ben.
Gökyüzünde bir tane bulut yoktu, güneş ise tüm parlaklığıyla bana bakıyordu sanki.
Nasıl anlatsam size acelesiz ve rahat sevmeyi şimdi? Gözlerimi kısmıyorum, gülüşlerimi saklamıyorum.
Nasıl anlatsam size vücudumun beni taşıyamadığını ve kumların üzerine sereserpe uzandığımı…
Gözlerimi kısmadan son kez baktım güneşe; hoşça kal!
Saçlarım sarıydı artık, kum gibi sarı. Denizin sesi huzurlu bir elvedaydı; bu kez vaktinde gidiyorum; buraya gömün beni, tam buraya…
ZEYNEB YURDAKUL.


Yorum bırakın