Seher hanım mutfağa girip masaya oturdu. masadaki iki gündür dökülmeyi bekleyen küllüğe baktı bir süre. Hayat garipti, öldürüleceğini sanmadan hemen önce aynı sandalyede sigarasını içiyordu. Yalnızdı seher hanım, evde, dışarda, içinde. Yeşermeyi becerememiş, çöllere gebe kalmıştı. O da çoğunluğa uyup çocuk doğurmuş, sevmediği eşine her akşam yemek yapmış, içindeki buhranlardan arta kalan vakitte çocuklarını beslemiş, büyütmüştü. En iyi kendisi bilirdi; Bir çiçek yalnızca sulayarak büyümezdi. O bencilik edip yalnızca su verdiği çiçeklerden yeşermelerini beklemiş, yeşermeyip renk renk çiçek açmayınca vazgeçmişti.
Kanıksamıştı; Annesizlik öldürmemişti onu, kızlarının başında yalnızca ‘anne’ olmak yeter sanmıştı.
Hata, her yaşta çocuk kalabildiğimiz tek olgu. Anneliğinin yanlışlarla, hatalarla dolu olduğunu, gece yanında eşi yokken anlamıştı. Bu hatayı telafi edemezdi, iki kız çocuğuna haksızlıktı artık. Yeniden doğuramazdı, yeniden doğamadığı gibi.
İçinde bitmeyen sonbaharın renksizliği; bir rüzgarla kül etti benliğinin tüm gerçekliğini.
Yaraydı, yok sayandı.
“Anka’m,” Anka çayını yudumlarken annesine baktı. Annesinin gözlerinde tüm duyguları okudu sanki. Başını hafif yana yatırıp seher hanımın pek görmediği tebessümüyle baktı.
Gülüşü, güzel bir kadınınki gibi değil de küçük yaramaz bir çocuğun ki gibiydi. Seher hanım sevdi bu tebessümü, bir süre izledi.
“Nasılsın, güzel kızım?” İçten bir soruydu, bu soruya altı gün ağlanırdı. Anka eğer Anka olmasaydı yere çöker hisli hisli ağlardı. Külleri savrulurcasına, kanatları çıkarcasına.
Fakat Anka’ydı o; annesinden gelen bu soruya şaşırmış, kaşlarını çatmış, tebessümünü silmişti.
“İyiyim anne, neden?”
“Hiç, öylesine.”
Anka başını salladı ve biten çayıyla birlikte bulaşıkları lavaboya bıraktı. Seher hanım üçüncü sigarasını yakmışken , Anka mutfaktan çıkıyordu.
“Akşam ne yemek istersin? Ne yapayım güzel kızlarıma?” Seher hanım, kızına en son ne zaman sormuştu, canının ne çektiğini?
Anka durdu, arkasını dönüp annesine baktı.
Telafi etmek istiyordu, tüm görmezden gelişlerini, eli kolu bağlı kalışlarını. Merak etti Anka; ‘pembe kilotlu çorabımı hatırlıyor mudur?’ diye.
Bir akşam yemeği, kaçırdığı tüm güzel anıların lezzetini verir miydi sanki.
Geçmişin telafisinin olmayışı içini nasıl burktuysa, geleceğe aynı kaderi yaşatmak istemedi Anka.
“Senin elinden ne olsa yerim Annem.” gerçekten gülümsedi Anka; Annesinin özrünü kabul etti.
Seher hanım beklemediği bu cevap karşısında, ne yapacağını bilmez halde ayağa kalktı, kızına sımsıkı sarıldı.
Anka cevabının Annesinin ilk kez içten gülüşünde olduğunu anladı.
ZEYNEB YURDAKUL.


Yorum bırakın