Öteki satır

şimdi değilse ne zaman?


Sobe

Published by

on

kendime bir oda yaptım, odada yalnızca ben olmalıyım; tüm baba yaralarımdan, sessiz çocukluğumdan, duygularımdan, utandığım; tüm kırık dökük yanlarımdan soyunacağım ta kapının pervazında. içerde çıplak olmaktan utanmayacağım.


Penceresinden bahar dalları giriyor, pembe beyaz; bir bebek kadar masum, gerçeklik kadar kırılgan. Yalan sağlamlıklar istemiyorum. Yalanı çıkarsak ne kalır benden bana? yüzleşmekten korkmak mı? işte o zaman çıplaklık utanılacak bir şey olur.

Duvarları cırtlak bir pembelikte; biraz üstüme üstüme geliyor; ilk çocukluk yıllarımın geçtiği oda gibi. Hiç balkonu odaya katacak vaktim olmadığından belki; bu oda geniş, duvarlarını şimdi boyayacağım. İlk kez orucumu tutmuşum gibi; ilk kez kendimi kandırmayı öğrendiğim günler gibi; kendimi dahi unutmak yalanına inandıracağımı sandığım zamanlardaki eynepden başlamalıyım boyamaya. Büyütmeliyim; dolaptaki üzümü canın çekince ye illa iyi olacağım diye kendini kandırma diyeceğim. Dürüst ol; canım üzüm çekti, yedim de. Kimse seni daha çok sevmedi kendini inandırdığın yalanlarla. Orada başladın kendinden öne insanları koymaya.

Bir kapıdan çıkmadan evvel aklın o kapının ardındakinde kaldıysa; aklınla kal diyeceğim. Sıcak bir gündü; belki nisandı fakat eminim ki mayıs değildi. O sıcak günde biri git dedi; aklın kalmasın. Git dedi, aklım kaldı, gittim. Hissediyordum, bana ihtiyacı vardı; küçücük bedenimin neresinde hissettim bilmiyorum; on yedi yıl sonra dahi keşke gitmeseydim diye düşünüyorum şimdi. Sonra karşıma çıkan herkese sıkı sıkı bağlandım; git dediler, gitmek yalnıştı; kaldım. Gitmem gereken yerlerde, o pembe duvarları boyamayı bilmediğimden kaldım. Gitmek ölümcül bir hata gibi geldiğinden kaldım. Gitmesi gerektiğinde ardına bakmadan gidebilsin diye boyamaya devam edeceğim zeynebi.

Duvarları ne renge boyayacağım, küçükken nefret ettiğim şimdi ise içtenlikle kabul ettiğim pembelikten kurtulmak için?


Gözlerimi kapatıyorum; çocukluğumdan kaçmadan, yalnızca iyi anıların renklerini düşünüyorum; mesela üzüm tarlalarında koştuğum, kuzularla oynadığım günlere. Basma elbiseli, köylü teyzelerin beni karamık diye sevdiği günlerin rengi nedir? karamık, üzüm mü erik mi bilmem ama ekşi ve mayhoş bir tadı vardı. Şifalıymış; kalbe iyiymiş, gribe birebirmiş…


Annemin benim için sigara böreği kızarttığı geceler, elbette yanında hiç eksik olmayan vişne suyumla. Şimdi anımsadığım, siyah televizyonumuzda bir kemal sunal filmi açık; ben loş ama sıcacık salonumuzda halıda oturuyorum. Annem ve babam, tam arkamda babamın her zaman uzandığı koltukta oturuyorlar. Uyku saatim geçmiş, ama ikiside umursamıyorlar, çünkü ben filme çok gülüyorum. Onlar da beni seviyorlar, ikisinin birden sevdiği son vakitler bunlar. Sonra diğeri iki kişilik sevecek beni, hem de öyle bir sevecek ki; bir süperkahraman olacak. Benim kahramanım. Biliyorum, kahramanım benim için renk de bulur fakat ben yolumun rengini kendim seçmeliyim.


Ya da ağaca tırmanıp kiraz topladığım vakitleri düşünüyorum. Hiç düşmediğim ağaçlar, dalnından kopardığım, kulağıma küpe yaptığım kirazlar…


Şimdi neredeler? çocukluğumda iyi ya da kötü tüm anılarımda yanımda olanlar, şimdi neredeler?


Kader midir, çocukken yaşadığım her an yabancılaştı bana. Kader midir, yirmi yaşında, aklım yarım başımda hissetmelerim? Gökyüzüne yolladığım mektupları ulaştırmadığında küstüğüm yaratıcı, kader midir sevdiklerimi erkenden alman?


Hiç bir çocuk postalanmayacak yerlere mektup yazmasın istiyorum, kimse çaresiz hissetmesin, ölümün olduğu yerde kimse kırgın ayrılmasın istiyorum.


Eskiden kurtarılmak isterken, şimdi kurtarıcı olmak istiyorum.


Bunun ne demek olduğunu biliyorum;
Büyüyorum işte, sığınıp saklandığım dağlar küçücük kalmış, sobelenmişim. dizlerim kanamamış, çünkü koşmamışım; pes etmişim, sobelenmişim.
Büyüyorum işte.
Fakat ben büyümek hangi renkti, bilmiyorum.

ZEYNEB YURDAKUL.

Yorum bırakın

Previous Post
Next Post