Bazı insanlar yalnızca mutlu olamazlar. Bu bir ajitasyon sevdası yahut ilgi çekme isteği de değildir. Bazı insanlar çok ince düşünür, hislenir, farkedebilirdi; haliyle hassas olurlar. kırılgan yürekleri yapamaz bu diyarlarda; Bilirler ki acı var, ölüm var, ayrılık var, yoksulluk var…
Bilirken, bildikleri kadar üşürler. Üşüdükçe, yangını söndüremez, karların altındaki toprağa girene kadar üşürler. Dışarda; soğukta kalmış hayvanlar için üşür, boğazına sıcak çorba giremeyen insanlar için üşür, dünyayı daha yaşanılır yapamadığı için hislerce üşür. Böyle insanlar zengin de değildir, bilirsiniz. Biliyorsanız, üşüyorsunuzdur. Üzgünüm, apansız bir hastalığa yakalanmışsınız, kimilerinin yüzünü güldürsenizde, içten gülemeyeceksiniz sanırım.
Bu mutsuz insanlardan biri Seher, diğeri Nazenindi. İsimleri kadar yürekleri de güzel iki kadındılar.
Bazı insanların mutsuzluğa varmalarına yardımcı olan yaşanmışlıklar olur. Bazıları ise, içinde doğurur farkında olmanın dayanılmaz ağırlığını. Seher ve Nazenin aynı acının ikiz kardeşleri olmuşlardı. Hemde aynı zamanda doğmadan, hemde aynı anadan dahi olmayan, iki kız kardeş…
Aynı acının doğurduğu, aynı kızgın alevin büyüttüğü iki yürek.
Seher o gün Nazeninin yanına öylesine gitmemişti, başsağlığı dilemeye gitmişti. Nazenin içinden daha büyük bir acı yaşayamam diye geçiriyordu, dünyanın sonuydu; nefes almaktan utanacak kadar uzaklaşmıştı her şeyden. Annesiz kalmıştı; bu boşlukların en acımasızıydı.
“Nasılsın?”
Bu herhangi bir nasılsın değildi, gerçekten nasıl olduğunu merak ediyordu Seher Nazeninin. Derbeder olduğunu, enkazın altında kalmış gibi çaresiz hissettiğini biliyordu; fakat Nazenin kelimelerle hislerine nasıl tercüman olması gerektiğini kendi seçmeliydi.
“Kalbimde bir ürperti var, sanki pencereden soğuk girmiş, ısıtmıyor hiç bir ateş yüreğimi. İçim yanmıyor Seher, içim üşüyor.” Göğsünde, titrek bir kuş vardı nazeninin, yuvasız, anasız, babasız.
Seher acısını biliyor, onu yakından tanıyordu.
“İnsan, annesi ölünce kimsesiz kalır Nazenin. O kimsesizlik üşütür insanın yüreğini. Bilirim, için ateşler içinde kıvranırken ürpertir bu kimsesizlik.” Sesi titremişti Seherin. O vakit anladı Nazenin, Seherin annesizliği acımıştı. Sanki Nazenin sigara içiyordu da, Seher duman soluyordu. İkisinin de ciğeri kararıyordu.
“Hiç annesiz kalmadım ki ben, nasıl alışılır bu yokluğa, bilmiyorum?” Yutkundu, boğazında bir düğüm vardı, bir süredir gitmeyen.
Seher Nazenine yalan söyleyip, teselli etmek istemedi. Biliyordu, yalanlarda doğrularda geri getiremezdi Annesini. Gerçekler hazmedilmeliydi.
“Alışamayacaksın Nazenin. yalan söyleyecekler sana, geçecek diyecekler. Geçmiyor, yalnızca yaşamayı öğreneceksin. Kışlık domates hazırlarken o domatesler bozulmasın diye ne yapıldığını unuttuğunda elin telefona gidecek. Annenin yokluğu, ilk günkü gibi sızlayacak.” Seher yutkundu, onunda boğazında bir düğüm vardı sanki, bilindik bir düğümdü. İlk günkü gibi sımsıkıydı, boğuyordu.
“Alıştığın şey annesizlik olmayacak Nazenin, alıştığın şey yaşamaya çalışmak olacak. Başka bir vakit, hiç aklında yokken yahut hayatın düzenli gidiyorken bir fotoğraf düşecek kitabının arasından, annen, onun olacak fotoğraf. O zaman yalan söylediklerini anlayacaksın. Annesizlik geçmiyor. Benim hiç geçmedi.”
İki kadının gözyaşları yanaklarından çenelerine ulaşıyordu, biri yolunu bitirmeden diğerleri akıveriyordu. Nazenin, halsiz düşmüştü günlerdir ağlamaktan. Seher ise tecrübeliydi. ağlamak yormuyordu artık onu.
“Ne yapacağım ben Seher?” Nazenin yardım istiyordu, yalvarıyordu adeta. Seher Nazeninin elini tuttu. Güç verircesine sıktı.
“Annemi kaybettiğim vakit anladım ki, annen varken çocuksun. Otuz yaşında da olsan, annenin dizine yatabiliyorsan, on yaşında annenin eteğinin arkasına saklandığın zaman kadar çocuksun. Ben büyüdüm Nazenin, şimdi sen de büyüyeceksin.”
Nazenin başını Seherin omzuna yasladı. Günlerdir insanların yalanlarını dinlemekten yorulmuştu.
İkisi de kendi içlerindeki çocuklara anne olmaları gerektiğini anlayana dek acı çektiler.
ZEYNEB YURDAKUL


Yorum bırakın