Öteki satır

şimdi değilse ne zaman?


MEKTUP

Published by

on

‘Ağzımda dünyanın kekremsi tadı kalmış, içi kırgın rüzgarla dolu, toprak doğurmuş; evrimleşmiş acıların çiçekleriyle. İnsanlık ilk çağından itibaren acı çekmeyi bilen, kabullenmediği şeyleri bir bir yaşayan varlık. Ölüyorum; emanet bedenim, tek mirasım ruhum.

“Tanrım, beni benden almadan, dünyanın gizini öğret bana!” Söyle, durma yalvarırım, niçin geldiğimi, nereye gittiğimi bildir bana!
Senin için çok şey söylüyorlar, bazıları kabulleniyor, bazıları reddediyor. Tanrım! Oysa biliyorum; sen olmasan nasıl oluşur böylesine döngüler, nasıl öter cıvıl cıvıl kuşlar yahut nasıl insan insanı doğurur?


Tanrım, ölüyorum…
Zemheri gibi, kışın en soğuk kırk gününü yaşıyor saatler içinde bedenim. Birden penceresi tahtadan ruhum ayazda titrerken, vicdanım eritiyor ateşinde.
Tanrım, cehennem dediğin bu mu? Ölümden beter, yaşamdan ağır, yorgun yılların bedeli.

Oysa ne çok ölmeyecek gibi yaşamışım. Ne kadar boşa kürek çekmiş, yok oluşu gözardı etmişim.
Çok konuşmuş, az düşünmüş, sanki ödevimi son güne bırakmışım.
Tanrım, ben yaşama zanaatini becerememiş, aciz insanoğlu. Neden geldiğimi hiç düşünmemişim.
İnsan olan zamanı sınırsız gibi kullananmış. Vakti varmış herkesin, aynı çürüyen bir meyve gibi.


Dalından çok üzüm topladım memleketimde, niçin hiç izleme zahmetinde bulunmadım, yazık. Oysa karşıma koysaydım, ondan farkım olmadığını öğrenirdim. Tanrım! Affet beni, göremedim gönderdiğin öğretiyi.
Üzüm, dalında yaşama başlıyor, olgunlaşıp dalından düşüyor, aynı ana rahminden çıkan bir çocuk gibi. Bir işe yararsa en güzel çağında kendini feda ediyor, kendinden farklı bir varlığa. Bazen ezilip, büzülüyor bir günaha ortak olduğunu bilmeden. Bazen can oluyor, işe yarıyor. Çünkü onun da bir görevi var. Şayet, yerine getiremezse görevini,çürüyor toprak oluyor. Aynı bizler gibi…


Bir üzüm olsaydım mesela, yahut bir zeytin ağacı… bir faydam olurdu, bir nebze değerim. Şimdi insan olmak çok yavan, bunca bilgiye rağmen bilmediğim onlarca şeyi geride bırakmak, zor. Ölüyorum, ha bugün ha yarın.
İyi bir insan olamadım. Etrafımı farkedemedim. Korktu bu aciz beden. İnsan bilmediği şeyden korkarmış. Ben de korktum, aslolan ölümü bilmediğimi unutarak.


Şimdi yetmiş dokuz yaşında, İstanbul’un iyi bir semtinde oturuyorum. Depremden korktuğumdan, İstanbul’dan taşınmayı çok düşünmüş, nispeten daha sağlam bir binada oturmaya başlamıştım. Sanıyorsun sen ölmemek için elinden geleni yaptığında, ölüm kapına uğramayacak. Doğa bu, topraktan gelen toprağa gider demişler. Diyenler de gitmiş, gelenlere yer açmak için. Şimdi sıra bana gelmiş, hem de artık yer kaplamaktan öteye gitmiyorken, ne hissedeceğimi bilmez vaziyette, ne içim içime, ne de bu cihana sığamazken.


Oysa ne çok ölüm gördüm, nefes almaktan utandığım vakitlerdi onlar. Şimdi ben ölüyorum, içimde keşkelerle, yüzümde kırık dökük çizgilerle, nefesimde darlıkla, böbreğimdeki yetmezlikle.


Ben de ölüyorum, doğmuş bedenim, hor kullanmışım seni, oysa yoktun daha yetmiş dokuz yıl öncesine kadar. Bana emanettin, şimdi teslim zamanı. Telifin bitti, miladın doldu, kiranın son günleri. Bedenimle ödeyeceğim bu dünyadan aldığım her şeyi. Belki de ilk kez yararım dokunacak, zararımı karşılamayacağını bildiğim halde.


Ben bize öğretildiği gibi yaşamışım, aynı sen gibi. Doğmuş, büyümüş, evlenmiş, çocuk sahibi olmuşum. Nerede bilinç?
Hiç uğramamış bana. Adanmış hayat, farkedilmeden gelip geçen bir ömür. bu yüzdendir belki de hırçınlıklarım. Şimdi yalnızım. güzel bir evim olsa ne olur, Yaşamayı bilmeyen, yaşamdan ne kopardığına bakan, hoyrat bir ihtiyarken.


Bilmem ki,eğer bir gün birine değerse bu cümleler, diyeceğim şey şudur; kibrin fazlası da aynı uyku gibi zararlıdır. Nasıl ki öldüğünde sonsuz bir uykuya dalıyor insan, Kirbrinde de boğulur gider, aynı ben gibi. affetmeli insan, konuşabilme fırsatı varsa susmamalı. Çünkü mezara koyduğun çiçek toprağın altındakine ulaşmaz. Bilirsiniz, cenazeler de ölenler için yapılmaz, geride kalanlar için yapılır. Telafisi olmayan tek şey, ölümdür.
Dedim ya ölüyorum, yaşamımın son vakitleri yalnızlığımı paylaşmadığı için evlatlarım vicdan azabı çekecek, bu yüzden güzel bir cenaze törenim olacaktır. Merak etmeyin karnınız doyar. Toprağımı sulayacaklar, çiçekler ekecekler, açtıracaklar. Ben çürüyeceğim evlatlarım. Bunu unutmak için makyaj yapacaklar acılarına. Bir erik ağacı dikerler mezarımın yanına. Çalacaklardır o erik ağacını evlatlarım. Üzülmeyin, benim sizden çaldıklarıma sayarsınız.
Ve şimdi,
Sahneyi terkediyorum.

Elveda, birbirine bakan fakat görmeyenlerin ülkesi. ‘

Ali mektubu yavaşça yere bıraktı. Bu eve taşınalı daha bir hafta olmuştu. evin eski sahibi vefat ettikten sonra çocukları evi alilere satmıştı. Yalnız bir adamdı, yapayalnız ölmüştü belli ki. Ali ise, yirmi altı yaşında, yeni evlenmiş, birbirine bakan fakat göremeyenlerin ülkesinden biriydi yalnızca.Ali hiç bakmadığı bir insanı görme fırsatını yakalamıştı. bu yüzdendir mektubu bulmadan önceki yaşamında sorgulamadığını farketmesi. şimdiye kadar aklına gelmemişti iyi biri olup olmadığını düşünmek yahut varlığını sorgulamanın cesaret işi olduğunu anlamak. bir sonu kabullendi; ceketini giyip, bir amaç aramaya çıktı.


Yetmiş dokuz yaşında, ismini dahi bilmediği ihtiyarın bu dünyaya geliş amacı belki de Ali’nin yaşama zanaatini keşfetmesine olanak sağlamaktı, kim bilir?

-zeyneb.

Yorum bırakın

Next Post